18 Şubat 2011 Cuma

peki

uzun zaman oldu yazmayalı. eski yazdıklarımı beğenemedim tekrar okuduğumda, utanç duydum anlamsız. bugün otobüste okula giderken sosyal netvörklerde paylaşılan videoları düşündüm de yazasım geldi. harbiden. uzun zamandır öğretmenleri tarafından çekilen doğudaki çocukların şive bozukluklarını, rep şarkılarını, takla atışlarını paylaşanlardan haberi olan var mı? sanırım komik bebek videolarıyla meşguller.

  onları öyle bırakalım. bugün hayatımda bir eksiklik hissettim. mühim biriydi. hazırlık e bloktaki 'kantinci' amca. hepimiz biliriz avucununun yukarı pozisyondaki o elinin başparmak hariç dört parmağını ileri geri nasıl heyecanla sallayıp para istemelerini. insanı heyecanlandıran üstü hafif seyrek saçlı, gamzeli (bilmiyorum bu kısmını uydurdum)  insanı. öyle ki bazı arkadaşlarım onun bu sevecen tavrı karşısında çikolata alacaklarken heyecana kapılıp tost alıyorlarmış.

  ha bu arada. kumrularda pink floyd kuaför diye bi yer gördüm. tam olarak nedir amaçları bilmiyorum ama ben bi ara gidip roger waters kahküllü saç modeli kestirmeyi düşünüyorum. heh şöyle:
 
  



  

8 Şubat 2011 Salı

çok neşeli

ne bereketli tatilmiş. öyle ki annemin bankadan arkadaşlarıyla gününü bile heyecanlı buluyorum artık. yıllar önce (belki 1 ay) tanımadığım biri bana tatil sıkıcı değil, sen sıkıcısın demişti. tamam bi kısmını kabul edebilirim bu durumun ama sen de polyanna mısın arkadaş?

15 Ocak 2011 Cumartesi

'henüz delirmedim.' çok yakında.

tanrım. ben alttan aldıkça sen nefret ettiriyorsun şuradan. şura diyorum çünkü yaşadığım ülkeyi seviyorum ama sevmediğim biyer var şurası ya da burası her an beni deli edebilicek bir yer oluyor. mesela bugün! babanneme gitmek üzere arabaya bindik ailecek ve sanırım halk bugün araba sıçıp kapısının önüne koydu. daracık daracık sokaklar (hayır kızlar misket yuvarlamayacak.) 2 sıra park edilen araçlar !? (kafiye beni daha da sinir etti.) böyle bi sürüş tekniği olamaz. mehter marşı modunda 2 ileri bir geri gidip gelen arabalara yol veriyoruz. uyduruk etlik sokaklarını bu şekilde aştıktan sonra kızılayda ana cadde üzerine 5li sıra ile park edildiğini görüyoruz ve arabaların biri çıkıp biri giriyor. babam bankacı olmasaymış bu esnek kazadan kılpayı kurtarma figürleriyle balelerde koreograf olabilirmiş. sanırım hiç araba kullanmayacağım. sen müthiş sürsen bile horoz kornalı şahin seni buluyor çünkü. ve şöyle düşündüm. sanırım 10 yıla kadar sokaklarda arka arkaya park etmiş arabalardan başka birşey olmayacak. trafik bu şekilde kilitlenecek ve herkes mutlu mesut yaşayacak . neredesin vespalı hayat? he? cağnım odtü, bisiklet parkına içten ısıtmalı çadır kuracağım.  sigara migara yalan arkadaş, egzos dumanından öleceğiz biz. pis, boklu ankara.
  alkole en ihtiyaç duyulduğunda kısıtlanması onu daha da arzulanır hale getiriyor. yoo. din-devlet işlerinde yazmayacağım. hoş zaten birinin hakkında yazdığında diğeriyle de ilgili oluyor otomatikman ihihirihiri.
kafamı tekmeleyip gözlerimi oyan bir film izledim bugün. aslında 2 filmden oluşuyordu bahsetmek üzere olduğum seri. Before Sunrise ve Before Sunset, ne yaptınız şimdi siz? yaptınız mı beğendiğinizi?
eleştirmek benim haddime değildir ama yazmazsam dudaklarımı yiyeceğim. sıkıntılı bir direksiyon sınavı sonrası (ehe geçtim ama) uzun zamandır izlemek istediğim before sunrise'ı açtım. film aksiyondan çok diyaloglardan oluşuyor fakat her bir diyalog aa bi dakka durdurayım şunu bi düşüneyim şimdi dedirtiyor. ah o iki şapşal genç.  evet bir romantik aşk filmi fakat daha çok felsefi etki bıraktı bende. ve evet her aşk filminde olduğu gibi -muhakkak istisnalar vardır-  kız güzel erkek yakışıklı falan filan ama bunların gözümüze sokulmaması ve hatta dış görünüşün çoğu zaman düşüncenin gölgesinde kalması müthiş bir haz bıraktı bende. filmin son 2 dakikasının içimde aptal bi burukluk yaratmasını yönetmenin zalimliğine veriyorum. ve before sunset. ne diyeyim sana. hayır iyi misin kötü müsün nesin karar veremedim, kendi kendime çelişkiye düştüm. sen git, yıllarca düşlediğin hatunla 9 yıl sonra karşılaş ve bizi kıytırık öpüşme sahnenden mahrum bırak. afferim sana. ha zaten interrail yapma arzularımı tavan yaptırdın ona hiç birşey diyemiyorum. bu parasız insana bu yapılmaz. 
 az önce okumuşum da aslında düşündüğüm şeylerin çoğunu yansıtamamışım ve bu beni üzdü evet.

4 Ocak 2011 Salı

enstantaneler

    elmamı yedim ve hafif yapış yapış ellerimle yazmaya başlıyorum. mandalinadan sonra hayat daha da çekilmez olucak.
    yılın ilk yazısında yılbaşından bahsedeceğim. çok müthişti. sıkıntıdan kıvrandım. 11 buçuğa kadar sims oynadım. bu arada karakterlerimden ikisi yaşlandı, çok muzdaribim, otobüste yer vermiyorlar. neyse. annem odaya gelip ''rahat bırak şu insanları artık'' dedi. kendimi tanrı gibi hissettim. eeh ne haliniz varsa görün be dedim. sonra canlı olmayan trt yılbaşı özelini izleyip, beyazla  göbek kaşıyarak geri sayım yaptım. ve gecenin asıl sevindirici olayı o esnada yaşandı. yeni yılın 10. dakikasında 2 aydır yanmayan sokak lambalarımız ( mükemmel belediyemizin modernleşme çalışmaları bilirsiniz kabloları yerin altına döşeme [ama yani öyle bi döşeme ki magmaya kadar sanırsın 5 aydır sürüyor.] çalışmaları, aynı zamanda asfaltı deşme, çukurlar açma, çamurlaştırma çalışmalarını saymıyorum.) baharı müjdeler gibi  turuncu ışık hüzmesini camımıza yansıttı. komşu insanları yeni yılın değil ama bu lambaların yanmasıyla belki de camlara koştu, sevinç gösterilerinde bulundu.
   Fakat, bu sevimli insanları yarın bir başka sürpriz bekliyordu. SU KESİNTİSİ. çünkü kablolar bitmiş artık su borularını modernleştirmeye gelmişti sıra. pekala peki ertesi gün ne oldu. yine kesildi. ama herkes lambaların mutluluk sarhoşluğunu üzerinden atamamıştı sanırım çünki kimse ses etmedi.  hayat şimdilik böyle devam ediyor, yarın sayaç modernleştirmeleri gelir diye umuyorum. otobüsler zaten modernleşti. baktığım her yerde melih amcanın o bıyıklı, insanda tırnağını tahtaya sürtüyormuş hissini bırakan gülümsemesini görüyorum.hayır hayır politikaya girmeyeceğim.
    masamda yılbaşından kalan kuruyemişlerle ilgileneceğim biraz. 
  
    

27 Aralık 2010 Pazartesi

paso, döngü ve ikisinin de aynı yazıda neden bulunduğunun açıklanamaması

  Çok çeşitli duyguları bir arada yaşadığım nadir günlerden biriydi sevgili bugün. okuldan çıktığımda açlıktan başım döndü, yemek yedikten sonra tokluktan midem döndü, eve gidene kadar otobüste kafam döndü, eve gittim annem aramış ulaşamamış üzüldüm içim döndü, ingilizce çalıştım beynim döndü vesaire. biz bunlara güdüm döngüsü diyormuşuz. ama aslında yokmuş öyle birşey ben uydurmuşum şimdi. o zaman bana sokak köpeklerinden bozulur dinlemek düştü konuyla ilgili olarak.
  sonra mesela ben paso yaptıramayacak mıyım? kızılay gişedeki memurların saati bi kere benim hayatıma ters. 8-12, 1-5 gibi çalışma saatleri mi olur. biri hayatsal faaliyetlerimden en önemlisi uykuma diğeri de pek kıymetli okul saatime denk geliyor. yemek sepeti gibi paso sepeti olsa, biz istesek onlar getirseler.. güzel sesli bayan bir kereye mahsus olmak üzere arasa bizi, ''siz siz misiniz biz onu kontrol etmek için aramıştık aslında, şimdi evet diyerek öğrenci olduğunuzu teyit edin. ehi peki öyleyse'' dese. sonra herkes dans etse, 'nothing suits me like a suit' söylesek.. sonra yarın olmuş olsa ben uyansam da paso olmaya gitsem..